Türkiye’nin enerji dönüşümü tartışmalarına katkı sağlamayı amaçlayan SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi, Türkiye elektrik sektörü için çarpıcı sonuçlar içeren raporunu açıklayarak enerji sektörü için önemli rakamları ortaya koydu. Rapora göre; Türkiye herhangi bir ek iletim altyapı maliyeti altına girmeden 2026 yılına kadar kurulu rüzgâr ve güneş enerjisi kapasitesi 40 bin MW’a çıkarabiliyor. Raporla ilgili çalışma sürecini ve elde ettikleri çıktıları konuşmak amacıyla bir araya geldiğimiz SHURA Enerji Dönüşümü Merkezi Direktörü Dr. Değer Saygın, “Türkiye, son yıllarda Avrupa’nın en hızlı büyüyen rüzgâr ve güneş piyasalarından biri haline geldi. Ülkemiz, enerji dönüşümü için çözümler sunan sanayisi, esnek ve yeni iş modellerine açık yatırımcıları ve yaratıcı girişimcileri ile küresel ölçekte öncü rol oynayabilecek pek çok özelliğe sahip.” dedi.  

Enerji Dönüşümü Merkezi olarak neler yapıyorsunuz? Faaliyetleriniz nelerdir?

Shura Enerji Dönüşümü Merkezi 2017 yılında faaliyetlerine başladı. Resmi açılış toplantısı ise Mayıs 2018 ayının başında yaptık. SHURA’nın üç kurucu ortağı var. Biri European Climate Foundation. İkincisi Sabancı Üniversitesi’ne bağlı demokratikleşme, çatışma çözümü, iklim gibi farklı konular üzerinde çalışmalar yürüten İstanbul Politikalar Merkezi. Üçüncüsü de Almanya ve diğer AB ülkelerinde enerji dönüşümü konusunda lider olan Agora Energiewende. SHURA’nın ana amacı veri bazlı, tarafsız, bağımsız çalışmalarla Türkiye’deki enerji dönüşümü konusundaki tartışmalara katkıda bulunmak. Ekonomik, teknolojik ve politik açılardan Türkiye’nin enerji sektörünü değerlendiren ortak bir platform olmak. Teknolojilerin hayata geçirilmesi için ne tür enerji politikaları gerekiyor onları araştırıp sunmak. SHURA, enerji sektörünün dört bir tarafını kapsayan bir kuruluş. 

SHURA, Türkiye’nin düşük karbonlu bir ekonomiye geçmesine katkı sağlamak için yürüttüğü çalışmalarında iki ana konuya odaklanıyor. Birincisi Türkiye’nin geçen yıl çok başarılı olduğunu gördüğümüz yenilenebilir enerjinin özellikle elektrik sektöründe kullanımı. İkincisi de enerji verimliliği. Yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği birlikte olması gerekiyor ki, düşük karbonlu bir ekonomiye mümkün olsun.

Yakın zamanda bir rapor açıkladınız. Rapordan sonra ne gibi geri dönüşümler aldınız? Şu anda yeni bir rapor üzerinde çalışıyor musunuz?

Özellikle elektrik sektöründe yenilenebilir enerji dendiği zaman akla rüzgâr ve güneş geliyor. Türkiye geçmişten beri hidroelektrikte önemli adımlar attı, potansiyelinin büyük bir kısmını kullandı. Jeotermalde dünya dördüncüsüyüz. Diğerleri rüzgâr ve güneş. Güneş ve rüzgârın diğerlerinden ayrılan özellikleri var. Ne zaman güneş açacağını, rüzgâr eseceğini bilmiyoruz. Bu şebeke anlamında sorun çıkarabilecek bir konu. Bir anda çok fazla rüzgâr eser de, şebekeye yük çok gelirse işletme aksayabilir ve elektrik kesilebilir. Bu nedenle şebeke ile ilgili planlama yapmanız, gerekiyorsa teknoloji ile ilgili önlem almanız gerekiyor. Şebekeye, rüzgâr ve güneş nasıl entegre edilir? Türkiye’de bu konuda bizim yaptığımız gibi detaylı bir çalışma yoktu. Bunu saatlik bir simülasyonla yaptık. Bu çalışmada rüzgâr ve güneşin Türkiye’de hangi saatte, hangi bölgelerde ne kadar üretileceğini ve talebi çalışarak öncelikle iyi bir planlama ve modelleme yaptık. Bunu yaparken kamunun bize sağladığı verileri temel alarak, her aşamada TEİAŞ, EPDK, Enerji Bakanlığı bünyesinde bulunan Yenilenebilir Enerji Genel Müdürlüğü gibi paydaşlarımızla istişarede bulunduk. Düzenli olarak onlarla toplantı yaparak, soru sorarak, metodolojimizi anlatarak ve bütün paydaşların kabul edebileceği şekilde modeli tasarlamaya özen gösterdik. Bu çalışma neredeyse 1,5 yıl gibi sürdü. Yayınlamadan önce ön bilgi verdiğimizde gördüğümüz ilgi Türkiye’de yenilenebilir enerjinin şebekeye entegrasyonu konusunda bir boşluk olduğunu ve bu çalışmanın doğru bir şekilde bu boşluğu dolduracağını gösterdi. Mayıs ayında tanıtım turu kapsamında, kamu kuruluşlarıyla bir çalıştay yaptık. Herkes çalışmayı ve sonuçlarını çok beğendi. Yol gösterdiğimiz için teşekkür edip, devamını getirmemiz konusunda tavsiyelerde bulundular. Geçtiğimiz günlerde sivil toplum örgütleri ve enerji konusunda çalışan üniversitelerden akademisyenlerle, dün ise özel sektörle bir toplantı gerçekleştirdik. Her paydaş grubunu kapsamayı çok önemli görüyoruz; çünkü herkesin talebi farklı. 

Hazırladığınız rapor sonucunda elde ettiğiniz çıktılardan kısaca bahsedebilir misiniz? 

Türkiye’nin 2017 yılının sonunda 6,5 GW rüzgâr, 3,4 GW güneş olmak üzere güneş ve rüzgâr kurulu gücü yaklaşık 10 GW’tı. Güneş özellikle son iki yılda oldukça fazla artış gösterdi. Türkiye’nin şu anki planları ve politikaları çerçevesinde, sistem operatörü TEİAŞ’ın 10 yıllık kalkınma planı içerisinde şebeke için ne planladığını göz önüne alarak bir baz senaryo çalıştık. Baz senaryoda Türkiye’nin 2026 yılında, 14 GW rüzgâr, 6 GW güneş olmak üzere toplam 20 GW güneş ve rüzgâra erişebileceğini görüyoruz. Potansiyelimizi düşünerek iki senaryo daha çalıştık. Birisi planlananın iki katına çıkarak 40 GW, ikincisi de üç kat senaryosu ile 60 GW projeksiyonunu hesaplayarak saatlik bir modelleme yaptık. Her iki senaryoda da olumlu sonuçlar ortaya çıktı. Türkiye 20 GW güneş, 20 GW rüzgâr ile toplam 40 GW’a ulaşırsa, 2026 yılında toplam elektriğimizin yüzde 20’sini rüzgâr ve güneşten üretebiliyoruz. Hidro ve jeotermali de eklersek ihtiyacımızın yüzde 44’ü yenilenebilir enerjiden karşılanıyor. Bu senaryoda şebeke işletiminde hiçbir sorunla karşılaşmıyoruz; hem tüketici hem de yatırımcı için avantajlı oluyor. Bu modelde aynı zamanda TEİAŞ’ın 10 yıllık yatırım kalkınma planı üzerine ilave bir yatırıma ihtiyaç olmadığını gördük. Özetle halihazırdaki planlama ile Türkiye 40 GW rüzgâr ve güneş kapasitesine iletim sistemlerinde işletme ve maliyet sorunu olmadan ulaşabilir. Burada amacımız işi planlayanlara, gerekli mevzuatları hazırlayanlara bakış açısı sağlamak. 

60 GW senaryosuna gelince; şebekede hiçbir önlem almadan, planlama yapmadan doğrudan 60 GW’ı şebekeye yerleştirdiğimizde işletmede bsxı sorunlar çıktığını gördük. Şebeke ile ilgili bir işletme sorunu çıkmasın, fazla yüklenme olmasın diye rüzgâr ve güneşin yüzde 3’ünü boşa harcamak (veya üretimlerinde kesintiye gitmek) zorunda kalacağımızı hesapladık. Bu yatırımcı açısından sorunlu çünkü yatırımının bir kısmını geri alamıyor. Sistemin güvenlik ve güvenilirliğini sağlamak açısından da sistem operatörünün müdahalesi gerekiyor. Bir noktadan diğerine çok fazla elektrik transfer edilmesi gerektiği için şebeke doluyor, darboğazlar medyana geliyor ve şebekeyi rahatlatmak için sistem operatörü müdahale etmek durumunda kalıyor. Bunların hepsi de bir maliyet. Başka ülkeler ne yapıyor diye araştırdık. Şebeke ne kadar esnekse, o kadar rüzgâr ve güneşi, değişken elektrik enerjisini daha kolay entegre edebiliyor. 

Bu defa ne türlü bir esneklik yaratılabileceğine baktık; birincisi batarya depolama. Örneğin çok fazla rüzgâr estiğinde rüzgârı satamıyorsanız ama sistemi de bozmak istemiyorsanız, onu depolayabilir ve talep olduğu başka bir zaman satabilirsiniz. Bir yöntem de kömürlü termik santrallerin esnekliğini artırmak. Esneklikten kastettiğimiz, devreye daha hızlı girebilmeleri, ramp hızlarının artması. Bu sayede bir yerde sorun olduğunda elektrik üreterek dengeler, ya da çok fazla üretim olduğunda dengeleme açısından üretimini kısabilir. Ek olarak birçok ülkenin yaptığı bir enerji verimliliği modeli olan talep taraflı katılım da var. Piyasada elektrik fiyatlarının ayarlanması diyebiliriz buna. Örneğin çok fazla rüzgâr olduğunda fiyatı düşürüyor, siz de yükü ayarlamak için talebinizi değiştiriyorsunuz. Bu sayede fazla ya da az üretilen güneşi ve rüzgârı dengeliyor. Son olarak da sistem odaklı yaklaşalım dedik. Rüzgârı ve güneşi talebin fazla olduğu yerlere koyalım, üretildiği yerde tüketilsin. Böylece şebekeye yatırım yapmak zorunda kalmıyorsunuz. Bunları yaptığımız zaman 60 GW senaryosunda, öncelikle şebeke ilave yatırımlarının düştüğünü gördük. Baz senaryoya oranla yalnızca yüzde 10 artışla gerçekleşebiliyor. İşletim açısından da sistem operatörünün yapması gereken müdahaleler ve kesintilerin oldukça düştüğünü gözlemledik. Türkiye’de 60 GW senaryosu mümkün, ama önceden planlama yapılması gerekiyor ve sisteme esnekliği sağlayacak bazı teknolojileri geliştirip entegre etmek gerekiyor.   

Enerji depolaması konusunda öngörüleriniz nelerdir? Bu teknoloji Türkiye’ye ne zaman gelir?

Zaten dünyada gelişen bir teknoloji ve birçok farklı modeli var, farklı gerilim hatlarına bağlayabiliyorsunuz. Ev tipi yaygınlaşıyor. Kaliforniya’da bu teknolojiyle ilgili mevzuatlar var. Avustralya ise çok daha büyüklerini yapıyor. Enerji depolama sistemlerinin en yaygın olanı ev tipi olanı. Sistemin büyüklüğüne göre, teknoloji tipi ve bataryaların sistem değerlerini nasıl hesapladığınıza göre maliyetleri değişebiliyor. Beklenti, 5-10 yıl içinde maliyetlerin düşeceği yönünde. Ancak tek başına bir çözüm olması imkansız. Birçok teknolojiyi, bütün farklı esneklik seçeneklerini birlikte değerlendirmek gerekiyor. Örneğin Almanya bataryayı pahalı görüyor, sıcak bakmıyor. Onlar şebeke entegrasyonunu kendi komşularıyla elektrik ticareti yaparak ve daha güçlü bir şebeke sistemi kurarak halletmeyi hedefliyor. Bizde Almanya’ya oranla enterkonneksiyon daha az. Elektrik sektöründe Türkiye’yi bir yarımada olarak düşünebilirsiniz. Türkiye de Aslında İspanya gibi, entegrasyon problemini kendi içerisinde halletmek durumunda. Bununla ilgili kanun ve mevzuatlar ise hazırlık aşamasında, çalışmalar devam ediyor.

Yerlileştirme konusunda elde edilen avantajlar neler oldu? Görüşlerinizi öğrenebilir miyiz? 

Hem elektrik pazarında yenilenebilir enerjinin artırılması hem de Türkiye’de bu konuda bir sanayinin kurulması açısından önemli. Çünkü sanayi sadece paneli yapmakla bitmiyor, bunun bir üretim zinciri var. Bazı konularda Türkiye’nin ekipman gücü var ama olmayanları geliştirme açısından önem taşıyor. Bu ayrıca Türkiye’ye yeni istihdam yaratıyor. Yerel pazarlarımız için faydasının yanı sıra  bir diğer faydası da ihracat potansiyeli. Rüzgâr için ihracat halihazırda gerçekleşiyor, güneş için de zamanla olacaktır. 2017 sonunda Türkiye’de yenilenebilir enerji sektöründe çalışan kişi sayısı 84 bin civarında. Bu rakamın içine büyük hidroelektrik santrallerini de eklerseniz çok daha fazla olur. 84 bin kişinin büyük bir kısmı güneş enerjisi sektöründe çalışmış. Siz bu sektörü kurup bunu uzun vadede geliştirerek işletirseniz, istihdam ve yeni ekonomik aktiviteler yaratma açısından Türkiye adına çok olumlu sonuçlar alırsınız. Zaten hükümetin politikalarının çerçevesi de bunu gösteriyor.