FOTO: Nil Tiritoğlu İnşaat Malzemeleri Yönetim Kurulu Başkanı, İç Mimar-YESU, Leed GA Sürdürülebilirlik Uzmanı ve Kentsel Dönüşüm Uzmanı Nil Tiritoğlu
Nil Tiritoğlu İnşaat Malzemeleri Yönetim Kurulu Başkanı, İç Mimar-YESU, Leed GA Sürdürülebilirlik ve Kentsel Dönüşüm Uzmanı Nil Tiritoğlu, offsite construction sistemlerinin yapılı çevre üzerindeki etkilerini kaleme aldı. Tiritoğlu’na göre bu yaklaşım, yalnızca teknik bir inşaat yöntemi değil; çevresel, ekonomik ve toplumsal açıdan yeni bir vizyonun yapı taşı. Bu yöntemin yalnızca modüler üretimle sınırlı olmadığını, aynı zamanda yeşil şehirler, afet yönetimi ve kentsel dönüşümde stratejik bir rol üstlendiğini vurgulayarak, yüksek katlı örnek projelerden sürdürülebilir malzeme kullanımına kadar geniş bir çerçevede offsite inşaatın bugünü ve yarınına ışık tutuyor.
Bugün yapılı çevremizi dönüştürürken yalnızca ne inşa ettiğimiz değil, nasıl inşa ettiğimiz de en az o kadar önemli hale geldi. Artan şehirleşme baskısı, iklim krizi, doğal kaynakların sınırlı hale gelmesi ve iş gücündeki değişimler, inşaat sektörünü daha hızlı, daha çevreci ve daha verimli yöntemler aramaya yöneltiyor. İşte bu noktada Offsite Construction, yani yerinde olmayan inşaat sistemleri, sadece bir alternatif değil; sektörün geleceğini şekillendiren stratejik bir çözüm olarak öne çıkıyor.
Offsite construction, yapıların belirli bileşenlerini ya da tüm modüllerini fabrika ortamında önceden üreterek, şantiye sahasında birleştirme esasına dayanıyor. Bu yöntem, zamandan ve maliyetten tasarruf sağlamakla kalmıyor; aynı zamanda çevresel etkiyi azaltıyor, iş güvenliğini artırıyor ve sürdürülebilir şehirleşmenin yolunu açıyor. Üstelik bu sistem yalnızca küçük yapılar için değil. Bugün artık dünyanın birçok yerinde yüksek katlı, karmaşık projeler offsite yöntemle hayata geçiriliyor.
New York’taki 32 katlı B2 Brooklyn binası, tamamen modüler sistemle inşa edilerek “dünyanın en yüksek modüler binası” unvanını aldı. Singapur’daki Clement Canopy projesi, 40 kat yüksekliğe ulaşan modüler betonarme sistemiyle adından söz ettirdi. Londra’daki Ten Degrees ise Avrupa’nın en yüksek modüler yapısı olarak, çevreci üretim süreci ve hızlı yaşam alanı oluşturma yaklaşımıyla dikkat çekti. Bu örnekler, offsite sistemlerin yalnızca hız ve maliyet açısından değil, kalite ve çevresel sürdürülebilirlik açısından da ciddi avantajlar sunduğunu gösteriyor.
Peki bu yaklaşım yeni mi? Aslında değil. Offsite inşaatın kökeni, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde acil barınma ihtiyacını karşılamak amacıyla ortaya çıktı. 20. yüzyılın ortalarında özellikle İngiltere ve Japonya gibi ülkelerde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Ancak bugünkü sıçrama, dijitalleşme, yapay zekâ destekli planlama, BIM (Yapı Bilgi Modellemesi) sistemlerinin gelişimi ve karbon nötr hedefleriyle paralel olarak yaşandı. Artık geçici çözümlerin ötesinde, geleceği kalıcı olarak şekillendiren bir yöntemden söz ediyoruz.
Bu sistemin başarısında malzeme teknolojileri de önemli bir rol oynuyor. Çelik, hem hafifliği hem dayanıklılığı hem de geri dönüştürülebilir yapısıyla en sık tercih edilen taşıyıcı malzeme olarak öne çıkıyor. Betonarme modüller ise özellikle yüksek katlı yapılarda yapısal bütünlüğü sağlamak için kullanılıyor. Yeniden sahneye çıkan ahşap ise, CLT (Cross-Laminated Timber) gibi gelişmiş tekniklerle karbon yutak özelliği taşıyan çevreci bir yapı malzemesi haline geldi. Enerji verimliliği hedefleyen projelerde ise yalıtım büyük önem taşıyor. Fabrikada entegre edilen taşyünü, camyünü veya EPS gibi sürdürülebilir yalıtım ürünleri, hem enerji tasarrufu sağlıyor hem de şantiye sürecinde israfı minimuma indiriyor.
Offsite construction sistemlerinin sunduğu avantajlar yalnızca sürenin kısalmasıyla sınırlı değil. Fabrika ortamında üretim yapılması, malzeme israfını ciddi oranda azaltıyor ve kalite kontrol süreçlerini iyileştiriyor. Şantiye alanında geçirilen süre azaldığı için çevreye verilen gürültü, toz ve karbon salımı da önemli ölçüde düşüyor. Aynı zamanda iskele kurma gibi riskli iş süreçleri ortadan kalktığı için iş güvenliği standartları yükseliyor. Bu sistem, afet sonrası yapılaşma ve kentsel dönüşüm gibi acil müdahale gerektiren durumlarda da büyük bir hız avantajı sağlıyor. Modüllerin kısa sürede sahaya getirilerek monte edilebilmesi, özellikle toplu konut ve kamu yapılarında zamanla yarışan projelere büyük katkı sağlıyor.
Görünen o ki, artık sadece beton dökerek şehir kurmuyoruz. Geleceği veriyle, modüllerle, tasarımla ve vizyonla inşa ediyoruz. Offsite construction, bu dönüşümün merkezinde yer alıyor. Yeşil binaların, akıllı şehirlerin ve dirençli yapılaşmanın temel taşlarından biri haline geliyor. Üstelik yalnızca teknik bir tercih değil; aynı zamanda çevresel, ekonomik ve toplumsal bir vizyonun da parçası.
Bugün sektörün her alanında daha sürdürülebilir, daha hızlı ve daha az kaynakla daha fazla değer yaratmanın yollarını arıyoruz. Offsite construction bu hedeflerin birçoğuna aynı anda yanıt verebilen nadir yöntemlerden biri. Bu nedenle, şehir planlamacıları, mimarlar, mühendisler, üreticiler ve yatırımcılar olarak hep birlikte bu dönüşümün parçası olmalı, yeni şehirleri yeni tekniklerle kurmalıyız.
Yarınları bugünden planlayan herkesi bu dönüşümün doğal bir paydaşı olmaya davet ediyorum. Çünkü artık sadece binaları değil, geleceği de birlikte fabrikada inşa ediyoruz.