Iglo Architects Kurucusu Mimar Zafer Karoğlu, “Brüt Beton Yapılar” başlıklı makalesinde, brüt betonun mimari üretim sürecindeki yerini, bu malzemeye olan kişisel bağını ve Türkiye’deki uygulama deneyimlerini kaleme aldı. Malzemenin teknik, estetik ve kavramsal yönlerini bir arada ele alan Karoğlu, brüt betonun sadece bir yapı malzemesi değil, mimari bir tavır olduğunu vurguladı.
FOTO: Iglo Architects Kurucusu Mimar Zafer Karoğlu
Beton, mimari üretimimde hem teknik hem de kavramsal olarak vazgeçilmez bir malzeme. Bu yaklaşımımın temeli, üniversite yıllarında tanıştığım Japon mimar Tadao Ando’nun mimarlığına olan hayranlığıma dayanır. Öğrencilik döneminde çalıştığım ofiste takip ettiğim JA (Japan Architecture) dergisinde Ando’nun projeleriyle karşılaştım. Özellikle Azuma Evi, doğaya figüratif değil ilksel unsurlar (güneş, yağmur, rüzgar) üzerinden yaklaşan, cephesi kapalı bir beton kutu olarak beni derinden etkiledi. Geleneksel Japon mimarlığının kavramlarını çağdaş bir dille yeniden yorumlayan bu yapı, brüt betonla kurduğum ilişkiyi başlatan ilk ilham kaynağı oldu.
Bugün hâlâ her projeye başlarken yapıyı beton üzerinden düşünmek refleksim haline geldi. Ancak Türkiye’de bu malzemenin nitelikli uygulamalarını gerçekleştirmek ciddi zorluklar barındırıyor. Yüzey hatalarını affetmeyen, yüksek kalite işçilik gerektiren ve pahalı bir üretim süreci gerektiren bu yapı dili, çoğu zaman sıva ya da kaplama ile örtülmek zorunda kalabiliyor. Buna rağmen neredeyse her projemde yapı kimliğini tanımlayan bir brüt beton öğeye yer veriyorum.
Brüt betonu özellikle ısı yalıtımı gerektirmeyen yapılar ya da yapı elemanlarında tercih ediyoruz. Aksi takdirde cephe yalnızca estetik bir kabuk haline geliyor; bu da hem ilave kalınlık hem de ciddi bir maliyet anlamına geliyor. Bu gibi durumlarda, fiber katkılı prekast elemanlarla benzer bir etkiyi daha kontrollü biçimde elde etmek mümkün olabiliyor. Peyzaj öğelerinde ise, doğrudan yerle teması ve yalınlığı nedeniyle brüt beton hâlâ en etkili tasarım aracı.
Malzemenin en büyük avantajları arasında kaplama gerektirmemesi, bakım istememesi ve zamanla yapıyla birlikte doğal bir biçimde yaşlanması yer alıyor. Ancak bu avantajların arkasında, oldukça hassas bir üretim süreci yatıyor. Agrega kalitesinden kalıp sistemine, karışımdaki su miktarından vibrasyon tekniğine kadar her adımın özenle planlanması gerekiyor. Yüzey homojenliği, kalıp izi düzeni ve gözenek kontrolü gibi detaylar ancak sabır ve disiplini temel alan bir uygulama süreciyle başarıya ulaşıyor.
Bu yaklaşımın en somut örneklerinden biri, 2010 yılında Ankara Hasanoğlan’da Portekizli Cimpor firması için tasarladığımız çimento fabrikası yönetim binasıdır. Bu projede, üretimini yaptığı çimentoyu yapının ana karakterine dönüştürmek tasarımın çıkış noktasıydı. Üretim sahasındaki yoğun çimento tozuna dayanıklı, kolay temizlenebilir bir cephe ihtiyacı bizi fibercement ve brüt betonu birlikte kullanmaya yöneltti. Özellikle yalıtım ihtiyacı olmayan atölye alanları, taşıyıcı elemanlar, güneş kırıcılar ve arkatlar brüt betonla ifade edilerek yapının yalın dili güçlendirildi.
Brüt beton, doğru elde edildiğinde yapıya zamansızlık ve karakter kazandıran bir malzeme. Her projede onu başrolde kullanamasak da, her zaman mimari kurgunun bir parçası olarak var etmeye çalışıyorum.