Güzel ülkemiz hepimizin bildiği gibi bir deprem ülkesi. Bir yapı inşa edeceğimiz zaman depremi dikkate almadan yapabileceğimiz bir konum maalesef ülkemiz içinde yok denebilir. Bir yapının doğru bir şekilde inşa edilip kullanıma sunulabilmesi, birden çok disiplinin birbiriyle uyum içinde çalışmasına bağlıdır. Depreme dayanıklı yapı inşa etmek yapı tasarımından sahadaki tüm uygulamalara kadar tam bir ekip işidir. Birbiriyle kurduğu iletişim ve uyum ne kadar iyiyse ortaya çıkacak ürünün kalitesi o kadar iyi olacaktır. Proje üretiminden sahadaki uygulamalara kadar her alanda titizlikle dikkat edilmesi gereken hususlar vardır:
“SÜRECE BÜTÜNCÜL BAKILMALI”
Yapının yapılacağı arazinin harita bilgileri, mevcut yolla olan kot farkları mimari tasarımı etkilemektedir. Zemin etüdünde yapılan testler sonrasında zeminle ilgili edindiğimiz bilgiler, yapı için uygun olan temel tipini belirlememizde ve gerekiyorsa zemin iyileştirmesi yapılması kararını vermemize yarıyor. Yapının kullanım ihtiyaçlarına uygun olacak şekilde mekanik ve elektrik tesisat projeleri mimari ve taşıyıcı sistem projeleri ile birlikte hazırlanıyor. Her disiplinin ürettiği veri diğer disiplini etkiliyor, adına yapı veya bina dediğimiz bu ürünler birlikte çalışmanın sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Öyleyse yapılarımızın hem güvenlik hem de kullanım beklentilerimizi eksiksiz yerine getirmesini istiyorsak bu sürece bütünlüklü olarak bakmalıyız.
NELERİ EKSİK VEYA YANLIŞ YAPIYORUZ?
Dünyanın her yerinde deprem bölgelerinde yapılması gereken yapılarla ilgili prensipler aynı, metotlar farklıdır. Bunları da ilgili yönetmelik ve şartnameler belirler, idari birimler denetler. Öyleyse biz neleri eksik veya yanlış yapıyoruz da 1999 Marmara depreminde yaşadığımız felaketten 24 yıl sonra, yine bir felakette karşı karşıya kaldığımızda mühendislik hizmeti almış, belediye ruhsatından geçmiş yapılarımız bile yıkılabiliyor? Ayakta kalmayı başaramayan yapıları inceleyebildiğimiz kadarıyla hiç mühendislik hizmeti almamış yapılar, mühendislik hizmeti almış ruhsatlı fakat taşıyıcı sistemi doğru seçilmemiş veya sonradan değiştirilmiş yapılar, yapı-zemin ilişkisi doğru kurulamamış olan yapılar ve uygulama sırasında malzeme ve işçilik kusurlarına dayalı hatalı yapılmış yapılar olarak gruplandırabiliriz. Bu gruplardan en dikkat çekici olanı ise “mühendislik hizmeti almış fakat taşıyıcı sistemi doğru seçilmemiş yapılar” dediğimiz gruptur. Buradan anlaşıldığı kadarıyla henüz sahadaki uygulama kusurlarına sıra gelmeden temel prensip ilkelerde bile hatalar ve yanlış projelendirmeler sonucu yıkımlar olabilmektedir. Bunun önüne geçmenin yolu herkesçe malum olan liyakate dayalı yetkin mühendislik şartlarının hayatımıza bir an önce girmesinden geçiyor.
Yapı tasarımı alanında uzmanlaşacak olan mühendislerin doğru proje yapabilmesi için en az 4 yıl aktif çalışan bir proje ofisinde çalışması gerekir. Sadece yıl bazlı liyakat anlayışı yeterli olmayabilir. İçinde bulunduğu projelerde hangi görevleri yerine getirdiği kendi meslek sicillerine de işlenmesi gibi yöntemler üzerinde düşünülmelidir. 4 yıl boyunca çalışılan proje türlerine göre bir puanlama sistemi ve mutlaka bir mesleki sınav ile birlikte uzmanlaşma yoluna gidilmelidir. Böylelikle sektörde yaşanan ihtiyaçtan fazla yeni mezun durumu çerçevesi kanunlarla korunmuş bir usta-çırak ilişkisiyle doğru bir şekilde ayıklanabilir. Bilgiyi öğrenmek zor görünse de asıl olan teknik bilginin doğru yerde ve doğru şekilde kullanılmasının öğrenilmesidir. Bununla birlikte proje ücretlerinin resmi olarak yayımlanan proje asgari bedelinin altında yapılmaması için bir düzenleme getirilmelidir. Mal sahibi ile proje mühendisi arasında işin başında bir protokol imzalanmalı, asgari bedelin altında olmamak kaydıyla proje bedeli Çevre Şehircilik Bakanlığına yatırılmalıdır. Proje mühendisi/mimari emeğinin karşılığı olan ücreti ruhsat kesildiğinde bakanlıktan almalıdır. Böylelikle fiyat rekabeti yerine proje kalitesi gündemde olur, kayıt dışının önüne geçilir. Böylelikle teknik konularda rekabet etmek proje kalitesini arttırır.




