GYF'LERE TALEP REKOR SEVİYEDE GYF'LERE TALEP REKOR SEVİYEDE

Geçen ayki “Sürdürülebilirlik” başlıklı yazımın sonunda devamı gelecek demiştim, devamı gelsin o zaman… Sürdürülebilir kalkınma kavramından bahsetmiştim hatırlarsanız, bu kalkınma kavramı ilk kez, Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu'nca hazırlanan Brundtland Raporu'nda "Bugünün gereksinimlerini, gelecek kuşakların gereksinimlerini karşılama yeteneğinden ödün vermeden karşılayan kalkınma" olarak 1987 yılında tanımlanmıştır. Sürdürülebilir kalkınma, metodoloji olarak üçlü kâr hanesine ilk olarak Ekonomiye, ikinci olarak Çevreye, üçüncü olarak Sosyal Sorumluluğa yer veriyor demiştim. Biraz daha geniş bir perspektiften bakıp konuyu sektörümüze yani inşaat sektörüne bağlayacağım.


Aslında her şey sanayi devrimi ile başladı… Sonrasında ise 20.yy’da benimsenen doğrusal ekonomi modeli “yap-kullan-at” insanoğlunun tüketim alışkanlıklarını tamamen değiştirmiştir. Sorumsuzca üretim, sorumsuzca tüketim anlayışı olarak tanımlıyorum ben bu ekonomi modelini. Üretim için tedarik edilen hammadde ürüne döner, son kullanıcı onu kullanır ve atar. Yap-kullan-at modeli bu şeklide devam eder, geri dönüşüm olmaz, kaynaklar tükenir, hava kirlenir, su tüketilir ve su kirlenir. Doğaya ve insana saygısızca, geleceği hiç düşünmeden, sanayide sürümden kazanalım, bekleyen hat zarar yazar derler ya, işte tam olarak bu o oluyor. Birçok araştırma sonucunda doğrusal ekonomi modelinin gelecek nesillerin kaynaklarını tüketeceği anlaşılmış ve böylece döngüsel ekonomiye geçiş eylem planları hazırlanmıştır. Sürdürülebilirlik ile ters olan “yap-kullan-at” modeli ile bir yere varılamayacağı anlaşılmıştır. Döngüsel ekonomi ise doğru olan yaklaşımdır, üretim ve tüketim modelidir. Hammaddeye ihtiyacın az olduğu, atık yönetiminin olduğu bir anlayıştır. Atıkları bertaraf etmeyi, atık olmadan tekrar kullanımını amaçlar, aslında atık bir hammadde olarak düşünülüp döngü yaratılır.


Ekonomik büyüme, ekonomik gelişme ile çevre arasında çok ciddi bağ olduğunu hepimiz biliyoruz. Sorumlu kaynak kullanımı ile üretim yapmak, ürünlerde sürdürülebilirlik arz etmek çağımızın en büyük gayesi şu an... İnşaat malzemelerinin üretiminde, inşaatların yapımlarında, inşaat yıkımlarında kullanılan enerjiler sera gazı (GHG) oluşumuna neden oluyor. Bina yapımı ve işletmeye almada en başta arazi seçimi ve su kullanımı inşaat yapım esnasında doğaya etkisinin en çok olduğu aşamalar. Unutulmamalıdır ki inşaat yapımı ve yıkımı sırasında oluşan atıkların çevre kirliliğine sebep olmaktadırlar. Ülkemizde ciddi şekilde artış gösteren inşaat faaliyetlerinin olumsuz etkilerini en aza indirmek, karbon emisyonlarını düşürmek aslında doğru ürün tercihi ile başlıyor. Peki doğru ürünü nasıl seçeceğiz, işte esas mevzu bu…


LEED, BREAM ve yerel sertifikamız YeS-TR gibi sürdürülebilir yeşil bina sertifikaları inşaatta kullanılan malzemelerin seçiminde, malzemelerin yaşam döngü analizlerini, Çevresel Ürün Beyanlarını (ÇÜB) isterler ve bu sertifikalardan yüksek puan alabilmek için yapıda kullanılan malzemelerin üçüncü şahıslarca onaylanmış en ‘Beşikten-kapıya’ Yaşam Döngü Değerlendirmesi’nin sunulması gerektir. Kullanılan malzemenin Çevre Etiketi, FSC, PEFC, EU Eko label gibi çevre etiketlerine sahip olması beklenir ki binanın Yaşan Döngü Değerlemesinde çevreye verebileceği potansiyel zararların ne seviyede olduğu veya hiç olmadığı tespit edilsin. Sağlıklı Ürün Beyanı (SÜB) ile iç mekanda olabilecek insan sağlığına zararı olan Uçucu Organik Bileşik içeriği tespit edilsin ve ‘Malzeme Güvenlik Bilgi Formları’ (MGBF) hazırlansın ki çevre ve insan sağlığı üzerine oluşabilecek negatif etkilere karşı kontrol ve gözetim sağlansın. Ve dikkat edilen bir diğer konu ise sorumlu kaynak kullanımıdır ki, sürdürülebilir çevre için en önemli mevzudur. Bir yapı malzemesinin üretim aşamasında kullanılan enerjinin, suyun ve hammaddenin kökeni araştırılır, sürdürülebilir kaynaklar ile üretilmiş malzeme kullanımının daha yüksek oranda olmasını amaçlar.


Ürün seçimi gün geçtikçe önem arz etmeye başlayacak, her ürün inşaatta kullanılmayacak. Şu an bu yazdıklarım sanki daha çok yolumuz var dedirtse de sizlere, bu konu aynı elektrikli arabalar gibi… 3-4 sene önce elektrikli arabalar sanki uzay çağı gibi algılansa da şu an gayet normal olarak kabulleniliyor, kendini ispatlamış teknolojiye sahip olduklarından takdir topluyorlar.
Dünyanın ve ülkemizin 2030 ve 2050 hedeflerine ulaşabilmesi için ise yukarıda anlatmış olduklarım aslında sadece büyük resmin küçük bir parçasıdır.