BAB Architects'ten Mimar İrem Arıbaş "Bürüt Beton Yapılar" konulu bir makale kaleme aldı. Mimar İrem Arıbaş, makalesinde, savaş sonrası dünyadan günümüze uzanan brüt beton anlatısını derinlemesine inceliyor. Le Corbusier’den Tadao Ando’ya uzanan mimari örnekler eşliğinde, brüt betonun yalın görünümlerinin ardındaki teknik titizlik ve tasarım cesareti gözler önüne seriliyor. Arıbaş’a göre bu malzeme, güzelliği kusursuzlukta değil, dürüstlükte arayanlar için çağdaş mimarlığın hâlâ güçlü bir dili.
FOTO: BAB Architects Mimar İrem Arıbaş
Ansiklopedik bilgileri, tarih kitaplarını ya da internet arşivlerini bir kenara bırakın… Bilinmeyen bir ülkeye, tanımadığımız bir şehre ilk kez adım attığımızda, bakışımızı ister istemez geçmişin izlerine çeviririz. Edebiyat, sinema ya da müzik bireyin iç sesidir. Ama toplumlar, kolektif hafızalarını en çok mimarlıkla şekillendirir. Çünkü yapı, sözün taşa dönmüş halidir.
Her dönem; inançlarını, korkularını, arzularını ve ihtiyaçlarını mimarlık üzerinden dile getirmiştir. Antik tapınaklar tanrılarla bağ kurmanın yollarını arar, gotik katedraller göğe uzanma isteğini yansıtır, barok saraylar iktidarın gücünü gösterme çabasıdır. Modernizm hızın, aklın ve düzenin adıdır ve endüstri çağının mimari cevabıdır.
Brüt beton ise savaş sonrası dünyanın çıplak gerçeğidir. Ne susar ne süslenir… olduğu gibi kalır. Geçmişin gösterisini değil, ait olduğu dönemin yükünü taşır. Çatlaklarını örtmez, kalıp izlerini silmez; bir mimari dile dönüştüğü ilk dönemin yalnızlığına, kırılganlığına, dürüstlüğüne tanıklık eden bir anlatı formu olmayı seçer. Artık güzellik, kusursuzlukta değil, dürüstlükte aranır.
İşte tam da burada, brüt betonun en sık yanlış anlaşılan ama en derin katmanlarından biri ortaya çıkar. Görünürdeki yalınlık, aslında büyük bir teknik titizlik ve tasarım cesareti ister. Brüt beton yalın görünür, ama yalınlıkla basitlik aynı şey değildir. Aksine, bu malzeme mimara en az seçenek sunan, en çok sorumluluk yükleyen yapı türlerinden biridir.
Çünkü hiçbir hata saklanmaz, hiçbir detay sonra toparlanamaz. Kalıp yerleşiminden döküm süresine, hava kabarcıklarından kürleme koşullarına kadar her aşama, yapının yüzeyine bir iz bırakır. O yüzden brüt beton yapı tasarlamak, sadece biçim değil süreç tasarlamaktır. Kağıt üzerindeki kararlılık kadar, inşaatın gerçekliğini yönetebilmeyi gerektirir. Bu da mimarlığı bir bakıma tekrar özüyle buluşturur; bir fikri sadece çizmeyi, tasarlamayı değil, onu tüm çıplaklığıyla ayakta tutabilmeyi…
Bu cesur dili bu şekliyle mimarlık tarihinde ilk kez dillendirenlerden biri Le Corbusier’ydi. Unité d’Habitation, yalnızca bir konut çözümü değil, aynı zamanda malzemenin çıplak sesiyle yazılmış bir manifestoydu. Her kalıp izi, her birleşim yeri, yapının sadece strüktürel değil düşünsel kurgusunun da bir parçasıydı.
Louis Kahn, Salk Enstitüsü’nde betonla sessizliği şekillendirdi; Tadao Ando ise ışığın izini sürerken brüt betonu neredeyse kutsal bir malzemeye dönüştürdü. Her biri, betonu bir yüzey değil, bir ifade olarak kullandı.
Bugün, aradan geçen onca zamana rağmen brüt beton hala güncel. Çünkü dünya hala yorgun, hala karmaşık ve hâlâ dürüstlüğe aç. Brüt beton, bu çağrıyı duyanlar için hala güçlü bir araç. Kalıcılığı, modaya değil, sadeliğin içinde barındırdığı cesarete yaslanmasından geliyor. Geçici heyecanlar üretmiyor, kök salıyor.
Sözün kısası brüt beton, tek bir dil konuşur gibi görünse de, duruşunun altında her zaman yüksek sesle fısıldar.
Bu karakteri sayesinde, bir yapının sadece nasıl göründüğüyle değil, neyi anlattığıyla ilgilenen her mimar için, her zaman çağdaş bir dil olarak kalacaktır.