Tulipack 2013 yılında, İstanbul Hadımköy’de plastik gıda ambalajı üretmek üzere kuruldu. İlk olarak margarin ve dondurma kase kapakları üretmek üzere çalışmaya başladı. 2015 yılında da şu anki yeri olan Çerkezköy’deki tesisine geçti. 2014 ve 2015 yıllarında yine benzer ürünleri üreten iki adet şirketi bünyesine kattı. Tulipak, 6 bin metrekarelik kapalı alanda, yıllık 5 bin ton plastik kase ve kapak, yaklaşık 250 milyon adet ürün üretebilme kapasiteye sahip.

Üretim parkurunuzda ne zamandan bu yana robot kullanıyorsunuz?

Üretim sürecimizde ilk kurulduğumuz andan itibaren robot kullanıyoruz. Otomasyon ağırlıklı bir üretimimiz var. Üretim süreçlerinin bazı bölümlerinde, bazı makinalarımızda ürünler yine robotlar vasıtasıyla kolinin içerisine kadar konuluyor. Yani ürünler tamamıyla kapalı ortamda üretilip, kolinin içerisine kadar el değmeden giriyor. Bunu yaparken de ürünler kamerayla görsel olarak kontrolden geçiyor, ki bu da otomasyonun bir parçasıdır. Kamerayla ürünün ölçüm, etiket ve ürün üzerindeki üretim hataları kontrol ediliyor. Hatalı ürünler otomatik olarak ayrılıyor. Bu da bize üretimde verimlilik, yüzde 100 ürün kalitesi ve müşteri beklentisine uygun ürünler sevk edilmesi gibi kazanımlar getiriyor.

Fabrikanızdaki üretim proseslerinizden bahseder misiniz?

Fabrikamızdaki tüm süreçlerde otomasyona çok önem veriyoruz. Bunun için ham madde otomatik besleme sistemimiz var. Bu aynı zamanda ürünün güvenilirliğini sağlıyor. Doğru ham madde, doğru miktarda belirlediğimiz kriterlere uygun makinalara dozajlama yapıyor. Ürün yelpazemizde 100 gramlık ürünlerden 10 kilogramlık ürünlere kadar her türlü gıda ambalajı mevcut. Margarin, dondurma ve peynir kategorilerinde pazarda önemli üretim payımız var. Önemli müşterilerimizden birkaç örnek verecek olursak Unilever, Ülker, Ak Gıda, Bahçıvan ve Sütaş gruplarını sayabilirim. Dolayısıyla margarin, peynir ve peynirin de alt kategorileri olan labne, klasik peynir, süzme peynir gibi tüm gamlara hitap edebilecek geniş yelpazede bir ürün aralığımız bulunuyor. İş yapış şeklimiz ise diğer firmalara göre biraz farklı… Biz proje bazlı bir faaliyet sürdürüyoruz. Yani ürünün dizayn aşamasında, müşterilerimiz yeni bir ürün çıkartmak istediklerinde yeni bir ambalaj ile piyasaya çıkmak istediklerinde bizlere ulaşıyor. Onlarla belirlenen dizayn sonrasında kalıp aşamasını gerçekleştiriyoruz. Daha sonra üretim ve teslimata kadar yardımcı oluyoruz.

Biraz robotlarınız hakkında da bilgi alalım…

Hem yerli hem de yabancı robotlar kullanıyoruz. Enjeksiyon makinası, kalıp ve robot üçlü bir bütün halinde çalışıyor. Dolayısıyla bunların kendi içerisinde senkronize halinde çalışması gerekiyor. Biz hem yerli hem de Avrupalı kalıp yatırımcılarıyla çalışıyoruz. Dolayısıyla biz enjeksiyon makinası, robot ve makinayı aynı anda çalıştıran sistemi bir bütün halinde satın alıyoruz. Kalıp, robot ve makinaların hepsi Avrupa’dan geldi. Bu da birim zamanda yüksek adet ürün anlamına geliyor ki bu da bizim kuvvetli ve verimli olduğumuz bir alan. 

Robotize sisteminiz vesilesiyle adetsel bazda ne kadarlık bir üretim gerçekleştiriyorsunuz?

Örneğin beş saniyede 12 tane margarin kasesi üretebiliyoruz. Bu sektörde ortalama altı adede tekabül ediyor. Özetle bir dakikada 144 tane üretebiliyoruz. Bu yüksek bir kapasitedir! Her yeni projemizde de bu konuya özen gösteriyoruz ki belli bir kavitede, belli bir saniyenin altında olması, uzun süreli bir projedeki verimliliği yüksek adette de yakalayalım. Bu da aslında bir otomasyondur ve robotların da buna uygun yapılması lazım. Düşünün ki beş saniyede bir girip çıkacak, altı taneyi alıp konveyörün üzerinde bırakacak, o arada kamera onu kontrol edecek, 12 tane ürünü beş saniyede kontrol etmiş olacak gibi bir süreç var. Bu çok önemli bir hızdır.

Robotlarınızın markalarını yahut menşelerini paylaşmanız mümkün mü?

Üretim parkurumuzda Fransız ve İsviçreli şirketlerin ürettiği robotları kullanıyoruz. Ağırlıklı olarak ithal olarak kullandığımız Machine Pasha ve IMDECOL var. Kullandığımız yerli robotlarımız da mevcut... Şöyle ki proje bazlı değerlendiriyoruz. Daha yüksek hızla ve çok sayıda bir üretim olduğunda Avrupalı üreticileri tercih etmek durumunda kalıyoruz.

Bu noktada Türk üreticilerin eksikleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Aslında Türk üreticilerin de metalleri yahut komponentleri ithal. Burada sadece konstrüksiyon ve çalışma prensibi farkı var. Yani yüksek hızda çalışan ve çok fazla üreten bir firmada o robot mekanizmasının içerisinde kamera, robot kolları, bant var ve bunların çok iyi çalışması lazım. Konfigürasyondan kastım bu… Dolayısıyla buralarda farklılaşıyor ama biz yerli üreticilerden de memnunuz. Onlarla da çalışıyoruz. Hatta şu anda yeni bir yatırımımız olacak, değerlendirme aşamasındayız. Seçim kriterimiz projenin büyüklüğüne ve ne kadar uzun süreli olduğuna bağlı olarak değişecek.

Yeni yatırımların içerisinde yine robot yatırımları da olacak mı?

Evet, lineer yani yine kalıpların içerisine girip alan, 3 eksende hareket eden robotlar üzerine yatırım yapacağız. Ama bizde tamamıyla kamera sistemi de vardır. Ürünü kamerayla da kontrol ettiriyoruz. 

Kamera sistemini ne kadar zamandır kullanıyorsunuz?

İlk kurulduğumuzdan beri kullanıyoruz. Türkiye’de bu ürünlerin üretimini yapanlar arasında ilk kamera sistemiyle kontrol bizde sağlandı. 

Bu alanda kimlerle, hangi markalarla çalışıyorsunuz?

Aslında bildiğimiz çok çeşitli üreticiler var. Omron’dan tutun Coflex’e kadar çok endüstriyel kameralarımız mevcut.

Biraz yatırım kararınızdan bahseder misiniz?

Otomasyonla birlikte verilerin analizi noktasında planlamalarımız var. Biz, her kameranın yaptığı kontrolün datalarını değerlendiriyoruz. Önemli bir data bankamız var. Hangi üründe, hangi kalitede, ne tür hataları kameralar tespit edebiliyor? Ne sıklıkla bu hatalar oluyor? Dolayısıyla bütün bunları analiz edip, bize bununla ilgili ileriye dönük bakım planını veren bir otomasyon sistemine de geçiyoruz. Bu aslında şu anda çok konuşulan Endüstri 4.0’ın bir parçası. Biz kurulduğumuzda Endüstri 3.0 ile başladık. Şimdi bu topladığımız otomasyondaki dataları birbirleriyle de konuşturacağız. Bir kere hem makinada hem robotta hem de kalıpta bir PLC sistemi var. Ham madde besleme sisteminde de var. Dolayısıyla hangi makinaya, hangi ürünün gittiğini; ne kadar ürün gittiğini, ne kadar ürün çıktığını, ne kadar firemizin olduğunu, bu firenin analiz süreçlerini de bu bölüme entegre etmiş oluyoruz. Bir nevi Endüstri 4.0’a adım atmış olacağız.

ERP sisteminiz bu yatırımdan nasıl etkilenecek?

Bu aslında bir ERP sistem, bir otomasyon sistemi. Dolayısıyla orada her türlü veriyi analiz edip, raporlayabiliyoruz. Tabi ki bununla bir proses mühendisimiz ilgilenecek. Dolayısıyla orada analiz edip gördüğü sonuçlarla da prosesi iyileştireceğiz. Bunun içerisinde enerji verimliliği de var. Acaba daha az enerjiyle bu prosesi tamamlayabilir miyiz? Bunun cevabını bu analiz raporlarından alacağız ve bakış açımızı değiştireceğiz ki hem otomasyonda hem de yüksek verimlilikte bize sağlayacağı kolaylıklara odaklanmış durumdayız.

Endüstri 4.0’a ile beraber yalın üretimden de söz etmek mümkün…
Yalın üretim teknikleri konusunda halihazırda çalışmalarımız sürüyor. Altı sigma dediğimiz ekiplerimiz var. Bu yılın başında başladık. Aslında çok genç bir şirketiz ama çok kısa bir zamanda yalın sigma uygulamalarına geçtik. Ekiplerimiz var, dolayısıyla o çalışmalarımızı da sürdürüyoruz. Her zaman da devam ettireceğiz. İçeriği de hep verimlilik ve otomasyon alanlarında olacak. Yalın üretim ile beraber depo, ham madde besleme, üretimde paletleme ve kolileme konularında şu anda birkaç proje üretiyoruz. 

Merdiven altı üretim yapan firmalarla rekabet konusundaki düşünceleriniz nelerdir?

Gıdaya yönelik üretim gerçekleştirildiği için tabi ki ham maddenin ve yardımcı malzemelerin de gıdaya uygun olması lazım. Açıkçası biz büyük üreticilere ürün ürettiğimiz için gıdaya uygun sertifikası olan bilinen, büyük markaların ham maddelerini kullanıyoruz. Gıdaya temas eden ambalajlar konusunda birtakım regülasyonlar var. Son yıllarda da devletin, çıkarttığı kanun ve yönetmeliklerle buraya yaptırımları artıyor. Ancak bunun daha yaygın bir platformda denetlenmesi de gerekiyor. Rekabetle ilgili sorunuza gelirsek de doğru, Türkiye’de her sektörde değişik ölçeklerde üreticiler var. Biz burada, çok yüksek adetleri olan bir üretici konumundayız. Dolayısıyla yatırım bedeli de çok yüksek olan bir alan burası... Avrupa kalıp, Avrupa robot, iyi makina seçimi gibi kıstaslar büyük yatırımlar gerektirdiği için her oyuncunun olmadığı alanları kapsıyor. Bir de tabii yüksek adetli üretim olunca oyuncu sayısı az bulunuyor. Bizim her gün düzenli olarak sevkiyat yaptığımız müşterilerimiz var. Rekabet gücümüzü de tamamen verimlilikten elde ediyoruz. Verimliliği de gelişmiş otomasyon sistemleriyle elde ediyoruz.

Üç tane patentli (faydalı model), plastik ambalajlı ürününüz var. Bu ürünlerinizden biraz bahseder misiniz?

Tamamıyla son tüketiciye rafta algıyı arttıracak, kolay açılacak, ürünün görselliğini daha da ön plana çıkartacak dizaynlar bunlar. Ve daha hafifler çünkü kullandığımız kalıp teknolojisinden dolayı aynı ürünü daha hafif üretebiliyoruz. Müşteriye karşı hafif üretmek bizim açımızdan daha önemli bir kazanç olabilir. Üretimimiz için de bir kazanç, bakarsanız çevre için de bir kazanç…

Peki, ambalaj tasarımında son trendler nelerdir? Sizin bu noktada dikkatinizi çeken bir şey var mı? Siz tasarımda nelere dikkat ediyorsunuz?

Rafta tüketiciye farklılık getirecek bir tasarım bizim için ön planda diyebiliriz. Bizim tüketicimiz için ikinci önem verdiğimiz noktaysa daha hafif, daha ergonomik, onun hakkında da verimlilik getirecek tasarımlar yapmaya çalışıyoruz. Bir son tüketici için tasarım yapmak var, bir de bizim tüketicimiz için tasarım yapmak var. Biz bunun ikisini de birleştirebiliyoruz. Bir tane tasarımımız tüketiciye yönelik değil ama müşterimizin üretim hattında hiçbir değişiklik yapmadan daha az zamanda, daha çok ürün doldurmanızı sağladık. Bu da tüketicimiz için bir kazanç. Tüketicimiz için işte daha kolay açılabilen, daha kolay kapanabilen, daha kolay taşınabilen ambalajlar şu anda önemli olan, trend olan… Daha az komponentlerden (bileşenlerden) oluşan tasarımlar. Buna bakarsanız bu da bir polipropilen, kasenin kendisi de bir polipropilen. Ama başka ambalajlar var ki plastik ve kağıt birlikte, kağıt ve metal birlikte. Bunlar Avrupa’da da geri dönüşümlerde ayrıştırılması gereken, dolayısıyla da pek tercih edilmeyen ürünlerdir. Dolayısıyla tek komponent yani bir polipropilen olursa geri dönüşümde bu ürünleri farklı yerlerde kullanabilirsiniz. 

Sanırım plastiğin gıda ile etkileşimi olmuyor artık?

Yok, hayır. Gıdaya uygun sertifikası olan ürünleri seçerseniz gıdayla etkileşimi olmuyor.

Peki, markaların ‘Ben bu maddeleri kullanacağım…’ diye yaptırımları oluyor mu?

Evet... Bir kere müşterimizin bize sunduğu reçeteyi biz bire bir uyguluyoruz. Bu reçetede kullandığınız ham madde ve yardımcı malzemelerin hepsi belli. Hatta kolinizin cinsi bile belli. Biz de onların dışına çıkmıyoruz. Dolayısıyla müşterilerimize de hangi ham madde ve mamulleri kullandığımızı sertifikalarıyla belgeliyoruz.

Önümüzdeki dönemde plastik ambalaj dışında başka bir ürün gamına geçmeyi planlıyor musunuz?

Şu an için hayır ama her zaman için iş geliştirme bağlamında arayışlarımız var. Ancak bizim kulvarımız plastik gıda ambalajı. Dolayısıyla daha çok buraya yenilikler getirmek üzere araştırmalar yapıyoruz.

Peki, akıllı depolar için böyle bir çalışma yapıyor musunuz? Var mı böyle halihazırda projeleriniz? 

Biz şu anda adresleme dediğimiz bir konu üzerinde çalışıyoruz. Yani, depo yönetiminde el terminallerimiz var. Üretimden el terminalleriyle çıkan bir ürünün depoda hangi rafa koyulacağını belirten, dolayısıyla da teslimat zamanına göre adresleme yapabilecek bir sistem üzerine araştırmalarımız bulunuyor. Böylelikle hem depo sistemini optimize edeceğiz hem de yükleme ve boşaltma yapacağız. Bunun da ismi literatürde adresleme otomasyonu olarak geçiyor.

Peki, bununla ilgili görüştüğünüz firmalar var mı?

Henüz görüşmedik. İki, üç tane firma biliyoruz, görüşmeler yapacağız.