Consera Kurucusu ve Türk Yapısal Çelik Derneği Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Melih Şimşek, yapıların hafif ve sürdürülebilir yapılması gerektiğini ifade ederek konuyu şu şekilde anlattı:

“1999 depreminde biz çok ilginç bir anı yaşamıştık. Depremden kısa bir süre sonra California’da 8 üstü bir deprem olmuştu. Medyadan duyduklarımız durumu şöyle tarif ediyordu. Balkondan atlayan 2 kişi ve kalp krizinden de 3 kişi, 8 şiddetindeki depremde vefat etti. Bizde kayıp 40 bin kişi… O mukayese aklımdan hiç çıkmıyor. Ben çok heyecanla atlayıp California’ya gitmiştim. Neden California’da bu oluyor da bizde böyle oluyor diye. Tabii bir mühendis olarak şunu biliyoruz. California’daki San Andreas Fay Hattı’yla bizim Kuzey Anadolu Fay Hattı akraba gibi. Bu bir veri ve bunu biliyorlar. Amerika’nın her tarafında değil sadece deprem riski taşıyan bölgesinde, o da bu bölge… İki tane teknik meselede odaklanmışlar:

Birincisi; binaları hafif yapacağız. Neden binaları hafif yapacağız? Çünkü deprem yanal bir kuvvet. Önce bu kuvvetten az etkilenmemiz gerekiyor. Ahşap ve çelik yapılar; geleneksel yığma yapılara, betonarme yapılara göre 7-8 kat daha hafif oluyor. Bu şu anlama geliyor: Çok mühendisçe olacak ama birçok beylik bir formül vardır bizim dünyamızda. F=MxA diye. F kuvvet demektir, M kitle demek kitlenin ağırlığı demek, A da ivme demek hız demek. O kitleyi ne kadar hafifletirsek bu kuvvet o kadar azalıyor anlamına geliyor. Çok basit bir durum, binalarımızı hafif yapacağız. Onlar bunu 40 yıl önce tespit etmişler ve yapı stoklarını hafifleştirmeye başlamışlar. Hafifleştirelim dedikleri zaman ellerindeki materyal o tarihlerde ağırlıklı olarak ahşap. Orada ciddi bir ahşap bina süreci başlamış. Ahşap daha az endüstriyel bir ürün. 
Ahşabın yerine, daha volümlü üretilen çelik ikame etmeye başlamışlar. Çelikte bir şey daha keşfedilmiş geri dönüşümlülük. Aslında Amerika’da böyle mukayese edilirken şöyle ilanlar verilirdi tanık olmuştum. 3 araba hurdası bir ev inşa eder diye. İşte biz bugün sürdürülebilir çevreci yapılar inşa etmeliyiz.”

ÜLKELER HAFİF YAPILARI TERCİH EDİYOR

 Japonya’daki yapıların da hafif yapıldığını ve yapılarda çelik madeninin benimsendiğini aktaran Şimşek, şöyle devam etti:
“Japonya’da da sürekli deprem oluyor. Orada da şunu gördük, yine aynı temel kavram: Yapılar hafif olmalı… Orada ağırlıklı olarak çelik benimsenmiş. Japonya’da %80 gibi bir oranla çelik yapıların muazzam bir üstünlüğünü görüyorsunuz. California’da ise %54 gibi bir oran var. Geri kalan yapılar, geleneksel değil de ahşap yapılar. Yine hafif yapılar…Peki sonra ne oluyor? Mesela, her yıl dünyada 7 ve üzeri 19 veya 20 deprem oluyor. Bu depremler arasında en çok biz etkileniyoruz.”
 Yapı niteliğinden çok malzemenin de etkisiyle sıkıntılarımız büyüyor değil mi?
“Birçok unsur var tabii bunu tetikleyen. Binaların eski oluşu, çok sık yönetmelik değiştirmemiz, gelişi güzel zemin meselesini dikkate almadan yapılar inşa etmemiz… Bir de sürekli söylediğim şey var. Bizim ülkemizde inşaat çok beylik bir meslek. Her bir mesleği olan kişi/kurum yanında muhakkak bir inşaat işiyle uğraşıyordur. Yani o ranttan muhakkak nemalanmak istiyor. O zaman ne oluyor? Bir anda inşaat çok profesyonellik gerektiren bir meslek yerine genel geçer bir meslek haline geliyor.”

 Gelişmiş ve deprem coğrafyasındaki ülkelerin, hafif yapıyı benimsedikten sonra materyal olarak çeliği tercih ettiklerini ve çeliği kullanmayı çok iyi öğrendiklerini ifade eden Şimşek, şu görüşlere yer verdi:

 “Maslow’un hiyerarşisinde en alttaki taban barınma değil mi? Bir insanın hayatında yapabileceği en büyük yatırımlardan birisi ev yatırımı değil mi? Yani dünyayı düşünün, dünyadaki zenginliği düşünün. Sadece bizim ülkemizi düşünmeyin. Tüm dünyayı düşünün. Belki dünyada yaşayan 8 milyar insanın 7 milyarı hayatında belki bir kere ev sahibi oluyor, en büyük ekonomik yatırımı yapıyor ve burada irdelemiyor. Bir ev alınıyor o evin muhteviyatı, arsası, binası, binasında kullanılan malzeme ne bakmıyoruz farkındasınız değil mi? Dışarıda egomuzu besleyen o şeylere bakıyoruz. İşte bu bizim toplumumuzdaki bu inşaat meselesine birazcık da bakış açımız. Yani bunu sadece kamusal bir mesele değil birazcık kültürel de bir mesele bizde. Bizim bir yıl önceki yaşadığımız depremin büyüklüğü 7.6 ve 7.7. 

1 Ocak Japonya’da olan depremin büyüklüğü de 7.6 ve ölen kişi sayısı 200. Bizde 40 bin, hatta son bakanın söylemesiyle 130 bin… Şimdi o 11 ildeki çelik yapı miktarına bakıyoruz %2.4. Bu verdiğim bilgi, Cumhurbaşkanlığı İstatistik Dairesi’nin verdiği bilgi. %2.4’de, yıkılan bina ve vefat eden herhangi bir Türk vatandaşı yok. Türk Yapısal Çelik Derneği olarak da sahada gezerek teyit ettik. Japonya’ya bakıyorsun %80 ve 200 kişi. İşte bu kadar net bir veri… Bu veriler varken bizler de eleştirebiliriz. Yer bilimcileri; çok az vaktimiz kaldığını, ülkenin bağımsızlığını dahi tehdit eden bir İstanbul gerçeğinin olduğunu ifade ediyor. 30 yıldır tespit konuşuyoruz, bir kerede çözüm konuşalım bir kerede çözüme zaman ayıralım.”
 Yapılarda çeliğin kullanımı için ne yapmamız gerekiyor?

“Halkı doğru bir şeye yönlendirmek için kamusal bir start vermeniz çok değerli. Kamunun bu işe liderlik etmesi; önemli şirketlerin, önemli kurumların buna liderlik etmesi halkın bilinçlenmesi için çok mühim. Bunu nasıl yapacağız derseniz; bir ucundan kamu tutacak, bir ucundan önemli kurumlar tutacak, bir ucundan da markalı, kendini iyi bir inşaat firması olarak gören firmalar ön ayak olacak.” 
 

Peki, biz bugün kamusuyla, özel sektörüyle, vatandaşıyla, tüketici dernekleriyle çelik kullanımı için karar verdik. Ne yapmalıyız?

“Çok hızlı bir süreç içinde üretime geçmeliyiz. Örneğimiz İstanbul olsun. Yer bilimcileri, 99 depreminden sonra ne dedi? 30 yıl içinde İstanbul’da deprem olma olasılığı %90 denildi. 2024’teyiz. Demek ki bu veriye göre 7 yılımızın olduğunu düşünelim. Şimdi bizim ilk yıl için bile birçok şey üretmemiz lazım değil mi? Her gün bir şey üretsek bir hayatı garanti altına alacağız anlamına geliyor. Aslında attığımız her adım, bir hayatı garanti altına almak oluyor ayrıca bunun karşısında bir bedel de yok aslında. Şimdi buna rasyonel olarak bakarsak iki tane konuda mutabık kalmalıyız. Bizim hıza ihtiyacımız var. Dünyadaki tüm hız gerektiren meseleler endüstriyel bir akılla çözülmüştür. Otomotiv sektörü, beyaz eşya sektörü, mobilya sektörü, bilişim her şey. Endüstriyel bir akıl vardır orada. Bir kere inşaat sektörü, tüm dünyada olduğu gibi bizde de endüstriyel alana adım atmak zorunda. Bugün dünyada “off-site production” diye bir kelime türedi ve literatürümüze girdi. Saha dışı üretim, yani sahadaki işi mümkün olduğu kadar endüstriyel bir ortamda yapma imkânı anlamına geliyor.”


 Peki endüstriyel bir ortamda yapınca ne oluyor?

“Şöyle ki, iklim şartlarından bağımsız 24 saat çalışabiliyorsunuz. Yani mesela, bir yerde deprem olmuş ve insanlara ev yapmak zorundasınız. 12 saat yeterli değil ki, 24 saat yapmanız gerekiyor ama iklim müsait değil. Düşünün, şimdi deprem bölgesini düşünün. Kış şartlarında çalışmak kolay değil ama kapalı bir alanda 24 saat çalışabiliyorsunuz. Neye ihtiyacınız var? Endüstriyel bir ortamda sizin malzemeye ihtiyacınız var değil mi? Konumuzda çelik yapı. Niye çelik yapı. Çünkü biz bir şeye karar verdik. Dedik ki biz ne yaparsak yapalım bu taşıyıcı sistem yıkılmasın, binanın taşıyıcı sistemini doğru düzgün yapalım. Dünya nasıl düzgün yapmış; örneğini verdik Japonya, Amerika… bunlar deprem coğrafyasındaki ülkeler. Taşıyıcılarını çelik yapmışlar. Yapılarımızın taşıyıcısı çelik olacak.”


 Modüler yapı ile hız kazanıldığını ifade eden Şimşek, şöyle devam etti:


“Bugün dünyada barınma sektörü kavramının içine modüler yapı diye bir alan girdi. Yani yapıları adeta logo veya legolar gibi fabrikada üret, sahaya götür ve monte et… Bu bize şunu kazandırıyor: Bir kentte, bir yeri yıktığınız zaman paralelde bu modülleri eş zamanlı üretebiliyorsunuz. Biz bunu eş zamanlı paralelde imal edeceğiz ve sahaya getirip monte edeceğiz. Bir kat daha hızlandık mı? Endüstriyel bir ortamda %100 kalite kontrolü yapabiliyoruz. Bugün yapı denetim merkezi çalışmıyor diye de gocunuruz ya. Fabrikanın içinde bir ürün aynen otomotiv sektöründe olduğu gibi tüm kontrolleri yapılıp öyle çıkabiliyor ve insan inisiyatifini minimize ediyorsunuz. O zaman şunu da gerçekleştirmiş olduk. Bir kere yıkılmayacak bir iskele seçtik, ikincisi ful denetimli bir sisteme sahip olduk üçüncüsü 24 saat çalışabiliyoruz.”

“DENETİMLER YETERSİZ” “DENETİMLER YETERSİZ”


 Türkiye’nin, çelik hammaddesi konusunda dünyada 4. büyük üreticisi olduğuna değinen Şimşek: Türkiye, bu taşıyıcı sistemde Avrupa’da bir veya ikinci. Şimdi 100 m2 bir evden (3+1) bir hesap yapalım dedik ne oluyor… 3 yılda 1 milyon adet konut yapmak mümkün müdür? 3 yılda 1 milyon konut yapabilir miyiz? Neye ihtiyacımız var? Oturduk bir modülden başlayarak kaç milyon adet konuta ihtiyacımız var hesapladık. Bu arada bir ev 5 modülden oluşuyor. Bir modülün üretim süresi 120 dakika. Bu arada konuştuğum her şey test edilmiş, gerçekleştirilmiş, videosu çekilmiş bir durumda. Bizim şirketimiz bu dediğim anlayışın, ölçeğin mikrosunu şu anda zaten yapıyor. Bizim mühendis arkadaşlarımızla hesaplarımızın sonucunda şöyle şeyler çıktı: Türkiye’de 50 milyon ton çelik üretimi var. 3 senede bir konut için ihtiyaç olan çelik miktarı 2.7 milyon ton… İkincisi neye ihtiyacımız var, diğer malzemelere. Ülkemizin, inşaat sektöründe çok güçlü bir tarafı bulunuyor. İnşaat malzemesi endüstrimiz bizim çok güçlü. İhracatımızın da önemli bir kısmını oluşturuyor. Çok değerli firmaları bulunuyor ve kalite seviyesi de çok yüksek. Çelik var, inşaat malzemeleri var, geriye ne kaldı? İş gücü. Bugün Türkiye’de an itibarıyla bildiğim kadarıyla 3.7 milyon işsizimiz var şu anda. Bu iş için istihdam edilmesi gereken insan kaynağı 270 bin. 270 bin kişi, bu dediğim meseleyi çözebiliyor” dedi.

Melih Şimşek; Birinci derece deprem bölgesinde sosyal yapıların, çelik yapı sistemiyle inşa edilmesi uyarısında bulundu.